Anadolu’nun Türkler tarafından fethini takip eden dönemlerde, ele geçirilen bütün şehir ve beldeler gibi Aksaray şehri de yeni bir siluet ve yeni bir kimlik kazanmıştı. Selçuklular’ın politika dehası olarak niteleyebileceğimiz sultan II. Kılıç Arslan (1155-1192), 1170 senesinde yeniden kurduğu bu şehre belki de tarihin hiçbir döneminde yakalayamadığı bir şöhret kazandırdı. Burada kendisi için beyaz taşlardan bir saray yaptırarak şehrin günümüze kadar gelen ismini almasını sağladı. Bunun yanı sıra Aksaray’da Kılıç Arslan’ın askerleri için meskenler, cami, mescid, medrese, ribat türünde pek çok dinî ve medenî eserler inşâ edildi. Kısacası şehir, bu dönemde tam bir Türk-İslâm şehri hüviyetine büründü. Kılıç Arslan, çoğu zaman Aksaray’da oturuyor, sefere çıkacağı dönemlerde askeri techizat ve hazırlıklarını burada tamamlıyor ve seferlerine buradan başlıyordu. Bu sebeple şehir Selçuklular döneminde Darü’l-Cihad, Darü’z-Zafer veya Darü’r-Ribat unvanıyla anılmaya başladı.
Following period of conquest of Anatolia by the Turks, Aksaray just like other Anatolian cities gained a new appearance and identity. Seljuk sultan, Kilij Arslan II(1155-1192) who was a political genius and the founder of Aksaray had the city as famous as never seen again after 1170. Kilic Arslan built new palace with white stones for himself and city was named after this palace. In addition, he built buildings for his soldiers and other buildings peculiar to Islamic civilization such as mosques, masjids, madrasah, ribat. In fact, Aksaray became a Turkish-Islamic city in this period. Kilic Arslan was resided here and he was prepared for military campaigns here. That is why the city took these names: Darü’l-Cihad, Darü’z-Zafer or Darü’r-Ribat.